Andolsun sizi yarattık, ardından da şekil verdik. Sonra meleklere: “Âdem’e secde edin.” dedik. İblis dışında hepsi secde ettiler. O ise, secde edenlerden olmadı.
Şeytan, örtülü olan avret yerlerini onlara göstermek için ikisine de vesvese vererek “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı.” dedi.
Bu sûretle onları kandırarak aşağıya düşürdü. Ağacın meyvesinden tattıklarında, mahrem yerleri birbirine görünüverdi ve oraları Cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri, o ikisine: “İkinize, bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan ikinizin apaçık düşmanıdır demedim mi?” diye seslendi.
Ey Âdemoğlu! Size mahrem yerlerinizi örteceğiniz ve bir de süslenip güzelleşeceğiniz elbiseler indirdik. Takva elbisesi ise, bunlardan daha da hayırlıdır. İşte bunlar, umulur da öğüt alırlar diye indirilen Allah ayetlerindendir.
Ey Âdemoğlu! Şeytan; ana ve babanızı, mahrem yerlerini birbirine göstermek için elbiselerini sıyırarak Cennet'ten çıkardığı gibi, sakın sizi de fitneye düşürmesin. O ve ordusu, sizin onları göremediğiniz yerden sizi görürler. Doğrusu biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kıldık.
Onlar, çirkin bir iş yaptıkları zaman: “Biz, atalarımızı böyle yaparken bulduk. Allah da bunu bize emretti.” derler. Onlara de ki: “Allah, asla kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
De ki: "Rabbim adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."
De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram kılmıştır?” De ki: “Onlar, dünya hayatında iman edenler içindir. Kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur.” Bilen bir toplum için ayetleri işte böyle açıklıyoruz.
De ki: “Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını; günahı, haksızca yapılan taşkınlıkları, hakkında hiçbir delil indirmemiş olduğu halde Allah’a şirk koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
Ey Âdemoğlu! Size, içinizden ayetlerimi okuyan peygamberler geldiğinde, kim sakınıp takvalı olur ve kendini düzeltirse; artık onlar için bir korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
Allah’a karşı yalan uydurarak iftira edenden yahut O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Kitapta yazılı olan nasipleri elbette onlara ulaşacaktır. Nihayet elçilerimiz onların canlarını almaya gelince: “Allah’ın dışında dua ettikleriniz hani nerede?” diyecekler. Onlar da: “Bizden uzaklaşıp gittiler.” diyerek kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik edeceklerdir.
Diyecek ki: “Cinlerden ve insanlardan, sizden önce gelip geçen ümmetlerle birlikte siz de girin ateşe.” Her bir ümmet, ateşe girdikçe kendi kardeşine (dindaşına) lanet edecek. Sonunda hepsi orada bir araya toplanınca, sonra gelenler öncekiler için: “Rabbimiz! İşte bizi bunlar saptırdılar. Onlara ateşten kat kat azap ver!” derler. Allah da: “Herkese kat kat azap vardır, fakat siz bilmiyorsunuz” der.
Öncekiler de, kendilerinden sonra gelenlere: “Sizin, bizden herhangi bir üstünlüğünüz yoktur. Siz de kazanmış olduklarınıza karşılık azabı tadın!” derler.
Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gökyüzünün kapıları açılmayacak, deve iğne deliğinden geçmedikçe, onlar da Cennet'e giremeyeceklerdir. İşte biz, suçluları böyle cezalandırırız.
Kalplerinde kin adına ne varsa söküp atarız. Altlarından ırmaklar akarken onlar şöyle derler: "Bize bunu hidayet eden Allah’a hamdolsun. Allah bize hidayet etmeseydi; şüphesiz biz doğru yolu bulamazdık. Rabbimizin elçileri hakkı getirmişlerdir.” “İşte siz, yaptıklarınızın karşılığı olarak şu Cennet'e varis kılındınız!” diye onlara seslenilir.
Cennet ehli, Cehennem ehline şöyle seslenir: “Biz, Rabbimizin bize vadettiğini hakikaten bulduk. Siz de Rabbinizin vaadini gerçekten buldunuz mu?” Onlar da: “Evet!” derler. Aralarında bir münadi: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!” diye seslenir.
İki taraf arasında bir perde (engel) vardır. A'raf'ta da herkesi simalarından tanıyan birtakım adamlar vardır. Cennetliklere “Selam size” diye seslenirler. Onlar, çok arzuladıkları halde henüz oraya girmemişlerdir.
Cehennem halkı, Cennet halkına: “Bize de biraz su ya da Allah’ın size verdiği rızıklardan gönderin” diye seslenirler. Cennet halkı da onlara “Şüphesiz Allah, bunları kâfirlere haram kılmıştır!” derler.
Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.
Onlar zamanı gelince bildirdiklerinin gerçekleşmesinden başkasını mı bekliyorlar? Ortaya çıktığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar; “Kuşkusuz Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek bir şefaatçi var mıdır? Veyahut yaptıklarımızdan daha başka şeyler yapmamız için bir geri dönüş hakkımız var mıdır?” derler. Onlar, kendilerini hüsrana uğratmış ve uydurdukları şeyler de kaybolup onlardan ayrılmıştır.
Şüphesiz gökleri ve yeri altı günde yaratmış olan Rabbiniz Allah, sonrasında arşın üstüne yükselmiştir. Birbirlerini durmadan takip eden geceyi gündüze bürüyüp örter. Güneş, Ay ve yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmiştir. Dikkat edin! Yaratma da, emir de yalnızca O'na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!
Yeryüzünün ıslah edilmesinden sonra orada bozgunculuk yapmayın. Allah’a korku ve ümitle dua edin. Şüphesiz Allah’ın rahmeti hayırseverlere pek yakındır.
Rahmetinin önünden rüzgarları müjde olmak üzere gönderen O’dur. Rüzgârlar, ağır yağmur yüklü bulutları yüklendiği zaman biz, onu ölü bir bölgeye sürer ve oraya su indiririz. Böylelikle onunla bütün ürünlerden çıkarırız. İşte biz ölüleri de böyle çıkaracağız. Belki düşünüp ibret alırsınız.
(Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükreden bir toplum için ayetleri işte böyle açıklarız.
Şüphesiz biz Nuh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük günün azabından korkuyorum."
Sizi uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?
Fakat onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Şüphesiz onlar, kör bir milletti.
"Bize, bir tek ilaha ibadet etmemiz ve atalarımızın ibadet ettiklerini bırakmamız için mi geldin? Eğer doğru söylüyorsan, bizi tehdit ettiğin azabı getir bakalım!" dediler.
Dedi ki: “Gerçekten Rabbinizden size bir azap ve gazap gelecektir. Yüce Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği, kendinizin ve atalarınızın taktığı (ilâh diye adlandırdığınız) bir takım adlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Artık (azabı) bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle birlikte (onu) bekleyenlerdenim.”
Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Onlara dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Rabbinizden size apaçık bir delil geldi. Allah’ın bu dişi devesi, sizin için bir mucizedir. Onu bırakın, Allah’ın toprağında otlasın, ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi acı bir azap yakalar.”
Âd kavminin ardından sizi halifeler yaptığını, ovalarında köşkler kurup dağlarında evler inşa ettiğiniz bu topraklara yerleştirdiğini hatırlayın. Allah’ın nimetlerini düşünün de, yeryüzünde bozgunculuk yaparak taşkınlık etmeyin!
O’nun kavminden büyüklük taslayanların ileri gelenleri, içlerinden zayıf gördükleri iman edenlere şöyle dediler: "Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz?" Onlar da dediler ki: "Biz, şüphesiz onunla gönderilene iman ediyoruz."
Böylece o dişi deveyi boğazlayarak Rablerinin emrine başkaldırdılar ve şöyle dediler: “Ey Salih, eğer sen gönderilmiş peygamberlerden isen bizi tehdit edip durduğunu getir!” dediler.
Artık, Salih onlardan yüz çevirdi ve; “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz.” dedi.
Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Rabbinizden size apaçık bir delil geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. Eğer iman ediyorsanız, bu sizin için en hayırlı olandır."
Ve siz öyle her yolun başında oturarak Allah’a iman edenleri tehdit edip ve eğriliğini arayarak Allah’ın yolundan alıkoymayın. Düşünün ki siz vaktiyle çok az idiniz de sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna da bir bakın.
Eğer benimle gönderilene içinizden bir grup iman edip, bir grup da iman etmemişse, hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah, aramızda hüküm verinceye kadar sabredin.
Şuayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şuayb! Elbette seni ve seninle birlikte iman edenleri memleketimizden çıkaracağız yahut mutlaka bizim dinimize döneceksiniz." dediler. Şu’ayb: “İstemesek de mi?” dedi.
“Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
(Şu’ayb’ın) kavminden kâfir olan ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
(Şu’ayb) onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Size Rabbimin gönderdiklerini açıklamış ve size nasihat etmiştim. Şimdi kâfir bir kavme karşı nasıl üzülebilirim."
Sonra kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve (nankörlük edip): “Atalarımız da darlığa uğramış ve bolluğa kavuşmuşlardı.” dediler. Biz de farkında değillerken onları ansızın yakaladık.
Eğer (yalanlayan) memleketlerin halkı iman edip, takvalı olsalardı; biz de onlara gökten ve yerden bereketler açardık. Fakat yalanladılar. Bu sebeple onları yapmakta olduklarıyla yakaladık.
Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara, hâlâ (şu gerçek) belli olmadı mı? Dilemiş olsaydık onları da, günahları yüzünden felakete uğratır ve kalpleri üzerine mühür basardık; böylece işitmez ve anlamaz duruma gelirlerdi.
İşte bu sana haberlerini anlattığımız ülkelerdir. Onlara elçilerimiz apaçık delillerle gelmişlerdi de daha önce yalanladıklarına iman etmeye yanaşmadılar. İşte Allah, kâfirlerin kalplerini böyle mühürler.
Sonra onların ardından Mûsâ’yı, apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber olarak gönderdik de onlara (mucizelere karşı) zalimlik ettiler. Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu.
Bana yaraşan, Allah hakkında gerçek olandan başkasını söylememektir. Size Rabbinizden apaçık delillerle geldim. Artık İsrailoğulları'nı benimle beraber gönder.
Firavun, onlara şöyle dedi: "Ben size izin vermeden önce, ona iman mı ettiniz? Bu kesin bir tuzaktır. Halkı şehirden çıkarmak için, bu tuzağı kurdunuz. Artık yakında bileceksiniz."
"Sen, Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde ona iman ettiğimiz için bizden intikam alıyorsun. Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak canımızı al!" dediler.
Firavun kavminden ileri gelen kesim: "Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk etsinler, seni ve senin ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?" dediler. Firavun: "Onların erkek çocuklarını öldürürüz. Kadınlarını da sağ bırakırız. Biz, onlar üzerinde tam bir hakimiyet sahibiyiz." dedi.
Mûsâ kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır, kullarından dilediğine onu miras verir. İyi akıbet ise, takvâ sahiplerinin olacaktır.” dedi.
Onlar: “Sen bize gelmezden evvel de geldikten sonra da işkenceye uğratıldık.” dediler. Dedi ki: “Rabbinizin düşmanlarınızı yok etmesi, yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi ve böylece nasıl amel edeceğinize bakması umulur” dedi.
Onlara bir iyilik geldiği zaman; “Bu bizim hakkımızdır” derler. Onlara bir kötülük dokunduğu zaman onu Musa ve onun yanındakilerin uğursuzluğuna verirlerdi. Dikkat edin! Onların başına gelen uğursuzlukları sadece Allah katındandır. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
Biz de onlara ayrı ayrı ayetler (mûcizeler) olmak üzere başlarına tûfân, çekirge, haşarât/ürün güvesi, kurbağalar ve kan gönderdik. Fakat yine büyüklük tasladılar. Onlar günahkâr bir topluluk idiler.
Üzerlerine azap çökünce: “Ey Musa! Sana olan ahdi adına bizim için Rabbine dua et. Şâyet bu azabı bizden kaldırırsan, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını da mutlaka seninle birlikte göndereceğiz” dediler.
Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğulları'nı), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin (Şam bölgesinin) doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. İsrailoğulları’nın sabretmelerine karşılık olarak Rabbinin güzel sözü/vaadi gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve kurup yükselttikleri şeyleri yerle bir ettik.
İsrailoğulları'nı denizden geçirmiştik. Kendilerine ait bir takım putlarına ibadet edip, duran bir topluluğa rastgeldiler. "Ey Musa! Bunların ilahları gibi bize de bir ilah yapsana!" dediler. Musa da onlara: "Şüphesiz, cahillik eden bir toplumsunuz!" dedi.
Hani size azabın en kötüsünü tattıran, yeni doğan oğullarınızı öldüren ve kızlarınızı hayatta sağ bırakan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık ve bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
Musa’ya otuz gece sözleştik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Hârûn’a: “Kavmim arasında benim yerime geç ve ıslah et. Sakın bozguncuların yoluna uyma!” dedi.
Musa, belirlediğimiz vakitte gelince Rabbi onunla konuştu. Musa dedi ki: "Rabbim! Bana (kendini) göster de sana bakayım!" Rabbi: "Beni göremeyeceksin, fakat dağa bak; dağ yerinde durursa sen de beni göreceksin." dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti. Musa bayılarak yere kapandı. Ayıldığında: "Sen tüm noksanlıklardan münezzehsin, sana tevbe ettim. (Kavmim içinde) Sana iman edenlerin ilkiyim." dedi.
Bir de ona Levhalar’da her şeye ait bir öğüt ve herşeye dair açıklamayı yazdık: "Haydi bunları kuvvetle al. Kavmine de bunları en güzel şekilde tutmalarını emret. Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim."
Haksız yere yeryüzünde büyüklenen kimseleri ayetlerimizi (anlayıp, ibret almaktan) uzak tutacağım. Onlar bütün ayetleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Sapıklık yolunu gördüklerinde onu yol edinirler. İşte bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmalarından dolayıdır.
Musa’nın kavmi, onun ardından süs eşyalarından (yapılmış) böğüren bir buzağı heykelini ilah edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara bir yol göstermediğini görmüyorlar mı? Onu (ilah) edindiler ve böylece zalimlerden oldular.
Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce: "Eğer Rabbimiz, bize merhamet etmez ise ve bizi bağışlamazsa hüsrana uğrayanlardan oluruz." dediler.
Musa kavmine kızgın ve üzgün olarak dönünce: "Benim ardımdan ne kötü işler yaptınız. Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?" dedi. Levhaları (öfkesinden) attı ve kardeşinin başını tutarak kendisine çekti. (Kardeşi): "Ey anamın oğlu! Toplum beni güçsüz gördü/küçümsedi, neredeyse beni öldürüyorlardı. Bana düşmanları sevindirecek şekilde davranma, zalim toplumla bir tutma!" dedi.
Şüphesiz buzağıyı (ilah) edinenlere Rabblerinden bir gazab, dünya hayatında da bir aşağılanma erişecektir. Biz iftira edenleri işte böyle cezalandırırız.
O kötü amelleri işleyip de ardından tevbekâr olarak iman edenlere gelince şüphe yok ki, Rabbin ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Musa belirlediğimiz vakit için kavminden yetmiş adam seçti. Onları kuvvetli bir sarsıntı alınca, Musa: "Rabbim! Eğer dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki sefih/akılsızların yaptıkları yüzünden bizi helâk mı edeceksin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Sen, onunla dilediğini sapıttırır ve dilediğine de hidayet edersin. Sen bizim velimizsin. Bizi affet, bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın!"
Bize bu dünyada ve ahirette iyilik yaz; biz sana (tevbe ile) yöneldik. Allah: "Azabıma dilediğimi uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Rahmetimi takvalı olanlara, zekât verenlere ve ayetlerimize iman etmiş olanlara yazacağım." dedi.
Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları ümmî Peygambere, Rasûle tâbi olurlar. (O peygamber) onlara iyiliği emreder ve kötülüklerden nehyeder, temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zorlukları kaldırır. Ona iman edenler, onu destekleyip yardım eden ve onunla indirilen nura uyanlar, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben göklerin ve yerin mülkü (ve hakimiyeti) kendisinin olan, kendisinden başka hiçbir (hak) ilah bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren, Allah’ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim. O halde Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden ümmî peygamber olan Rasûlüne iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.”
Onları on iki kabileye ayırmıştık. Kavmi Musa’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur!” diye vahyettik. Oradan on iki kaynak fışkırdı. Her kabile su içeceği yeri öğrendi. Onları bulut ile gölgelendirdik. Onlara kudret helvası ve bıldırcın yedirdik. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yiyin. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler.
Hani: "Şu kasabaya girip, dilediğiniz yerden istediğinizi yiyin. Kapısından secde ederek/ boynu bükük, zelil olarak girin ve; «Bağışla!» deyin de sizi bağışlayalım, ihsan sahipleri için daha fazlasını vereceğiz." denilmişti.
Fakat zulmedenler kendilerine söylenmiş olan sözü başka bir sözle değiştirdiler. Biz de zalimlere, günah işleyerek yoldan çıktıkları için gökten kahredici bir azap indirmiştik.
Onlara deniz kenarındaki cumartesi yasağını çiğneyen kasabayı sor! Onlara avları cumartesi günlerinde (suyun üstünde) akın akın geliyor, başka günlerde gelmiyorlardı. İşte onları fasıklık ettikleri için böyle imtihan ediyorduk.
Onlardan bir topluluk şöyle diyordu: "Allah’ın helâk edeceği ve şiddetli bir ceza ile cezalandıracağı topluma niye öğüt veriyorsunuz?" Onlar da: "Rabbinize karşı bir mazeret beyan edelim diye bir de belki sakınırlar/takvalı olurlar diye öğüt veriyoruz." dediler.
O vakit Rabbin onlara; Kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka kendilerini en kötü azaba uğratacak kimseler göndereceğini bildirdi. Rabbinin ceza vermesi çok hızlıdır. Şüphesiz O; çokça bağışlayan, çokça merhamet edendir.
Onları yeryüzünde (parça parça) topluluklara böldük. Onların içinde salih olanlar da vardır aşağı (derecelerde) olanlar da! Onları belki dönerler diye iyilik ve kötülükle imtihan ederiz.
Onlardan sonra arkalarından kötü kimseler gelip yerlerine geçti. Kitaba da mirasçı oldular. Biz nasıl olsa bağışlanacağız diyerek, bu dünyanın geçici menfaatini alıyorlardı. Yine onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan kitapta söz alınmamış mıydı? Ve onlar kitaptakini okuyup öğrenmemişler miydi? Takva sahipleri için ahiret yurdu çok hayırlıdır. Akletmiyor musunuz?
Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz kitaba sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız.” demiştik.
Hani Rabbin (ezelde) Ademoğulları'nın sulblerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da: “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Ya da bizim atalarımız önceden şirk koşmuşlar. Biz de onlardan sonra gelen bir nesiliz. Batıla düşenlerin yaptıklarından dolayı bizi helâk mi edeceksin? demeyesiniz.
Sen onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde onlardan sıyrılıp çıkmış, derken Şeytan'ın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olmuş kimsenin haberini oku!
Dileseydik onu ayetlerimizle yükseltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp, kaldı, hevesine uydu. Onun misali, üzerine yürüsen de kendi haline bıraksan da dilini çıkartıp soluyan köpeğe benzer. Ayetlerimizi yalanlayan kavmin misali budur. Kıssayı anlat, belki düşünürler.
Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu Cehennem için yaratmışızdır. Çünkü onların kalpleri vardır ama kavrayıp anlamazlar. Gözleri vardır, onunla görmezler; kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlardan daha şaşkındırlar.
En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
Onlar göklerin ve yerin hükümranlığını, Allah’ın yarattığı her şeyi, ecellerinin yaklaşmış olabileceğini görüp düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze iman edecekler?
Sana (kıyamet) saatinin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açığa çıkaramaz. Göklere ve yere o saat ağır gelir. Kıyamet ansızın gelir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar." De ki: "Onun ilmi sadece Allah katındadır. Ama insanların çoğu (bunu) bilmezler."
De ki: “Ben kendim için Allah’ın (benim hakkımda) dilediğinden başka ne bir fayda sağlayabilirim, ne de bir zarar. Eğer ben gaybı bilseydim, hayır yapmayı arttırırdım ve bana bir kötülük de dokunmazdı. Ben sadece iman eden bir toplum için uyarıcı ve müjdeciyim.
Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a: “Eğer salih bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız.” diye dua ederler.
Allah onlara salih/kusursuz bir evlat verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var ya da işitecek kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!”
Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Kendin bir ayet uydursaydın ya!" derler. De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden gelen açık delillerdir. İman eden bir toplum için hidayet ve rahmettir."